13 Aralık 2012 Perşembe

EN İYİ ARKADAŞ

Bu hikayeyi eskiden çok yakın bir arkadaşım olan ama şimdi birbirimizden hiçbir beklentimizin olmadığı  birine adıyorum. Bu hikaye onun için geliyor. O kendini anladı.


Bir zamanlar Emine ve Büşra adında iki arkadaş vardı. Onlar en yakın arkadaştı. Birbirlerini  çok seviyorlardı. Ama 4. sınıftan sonra ayrı sınıflara düştüler. Çok üzüldüler. Birbirlerinden soğuyup yanlış işler yaptılar. Fiziksel olarak uzaklaşınca ruhsal olarak da uzaklaştılar. Ve arkadaşlıklarını kestiler. Bu arkadaşlıklarını kestikleri dönem onlar için çok zor oldu. Ve büyüdüler. Aradan yirmi yıl geçti. Birbilerinin unuttular.Ya da unuttuklarını sandılar. Büşra  oyuncakçıda çalışıyordu. Emine avukat olmuştu.
Günlerden bir gün Emine  Büşra'nın çalıştığı dükkana gitti. Kızına oyuncak alacaktı. Dükkanda da anket vardı. Gelen konukların ismini yaşını öğrenip ankete yazıyorlardı. Ve onlara bedevaya indirim kartı çıkarıyorlardı. Emine gelince Büşra ankete başladı:

_ Merhaba efendim. Bir anketimiz var. Bize adınızı ve soyadınızı söyleyin. Biz size buranın kartını çıkarlım.
_ Tamam. Adım Emine Demirer
_ Emine ne dediniz?
_ Emine Demirer
Büşra çok şaşırmıştı. Şok geçirmişti.Çünkü onun kendi Emine 'si  olduğunu anlamıştı:
_ Emine!
_ İyi misiniz?
_ Ben Büşra Bıçak
_ Büşra!
Birbirlerini hatırladılar. Oynadıkları oyunları düşündüler. Biraz ağladılar, biraz güldüler. Hayatlarındaki değişiklikleri anlattılar. Arkadaşlıklarını bitirmenin onlar için hem iyi hem kötü olduğunu anladılar. Ve arasıra görüşmeye karar verdiler.

5 Aralık 2012 Çarşamba

YATAĞIMIN ALTINDAKİ CANAVAR

Ben beş, en fazla altı yaşındaydım. Yatağımın altında bir canavar yaşadığını düşünüyordum. Çünkü üstüne biri oturunca çatır çutur ediyordu. Yatağımın altına bakıyordum. Hiçbir göz, burun, el , ayak... Hiçbir belirti yoktu bu esrarengiz canavardan. Böyle olunca daha da çok korkuyordum. Anemme söyleyince " Amaaan , Ayşe! Ne diyorsun? Olur muymuş öyle şey. Sana öyle gelmiştir." diyordu. Ben her ne kadar inanmasam da " Öyle olsun. " demek zorunda kalıyordum.

  Bir gün arkadaşım Türkü ' yü çağırmıştım. Ona yatağımı anlattım. Bir deney yapmaya karar verdik. Yatağıma oturduk. O çatır çutur ses gene gelmeye başladı. Türkü korkup kalktı. Sonra yatağa sırf ben oturdum. Türkü yatağımın altına baktı. Çok akıllı bir kız olduğu için hemen konuşmaya başladı:

_ Ayşeeee! Ben anladım bu gıcırtıyı. Nereden geldiğini.
_Niye geliyormuş?
_Yatağının tahtaları eskimiş. Oturup kalkınca gıcırdıyor.
_ Yani canavar yok mu?
_ Canavar manavar yoook!

Böylece çok güzel bir ranzam oldu.

28 Kasım 2012 Çarşamba

JESSE ' NİN YARAMAZLIKLARI

Selam! Ben Lilly. Ben yedi yaşındayım. Bir kardeşim var. Adı  Jesse. Onu çok seviyorum. O üç yaşında. Ama bana abla demiyor. Oysa aramızda 1,2,3,4...  Amaaaan ! Neyse. Çok yaş var işte. Bana abla demeli. Ama demiyor. Annem ona kaç kere söyledi. Ama dinlemiyor ki! İlla da Lilly diyecek. Ben bunu çok yanlış buluyorum. Öğretmenime söyledim. Öğretmenim bunu Jesse ile konuşmamı söyledi. Onun da başka çözümü yoktu. Ben de daha bir şey demedim. Ama kardeşimin tek sorunu bu değil. Sorunlarının en belirginleri şunlar:

1- BANA ABLA DEMİYOR
2- BENİM ODAMI DAĞITIYOR
3- HER YERE KAKASINI YAPIYOR
4- ŞAÇIMI ÇEKİYOR
5- BENİ ISIRIYOR
6- YEMEK YERKEN HER YERE BULAŞTIRIYOR
7- DEFTTER VE KİTAPLARIMI YIRTIYOR

Düşünün bunlardan 1000 tane daha sayabilirim. Ben sizlere bunlarla nasıl başa çıktığımı anlatacağım.

Bir gün kardeşim kitaplarımı ve defterlerimi parçalıyordu. Ben çok sinirlendim:
_ Jesse! Ne yapıyorsun sen?
_ Ben kagıt coparıyor.
_ Niye kağıt koparıyosun Jesse?
_ İtte
_ İştesi miştesi yok! Kitaplarımı koparamassın.
_ Coparırım.
_ İyi kopar!

Bir de baktım ki ben koparma dedikçe koparıyor ; kopar dedikçe koparmıyor. Bende başladım saymaya:
_ Bana abla deme, odamı dağıt, her yere tuvaletini yap, saçımı çek, beni ısır, yemek yerken, yemeğini her yere sür, defter ve kitaplarımı yırt.
Bir kaç gün sonra bir de baktım ki yap dediğim hiçbir şeyi yapmıyor. Çok uslu duruyor. Annem:
_ Lilly kardeşin bu günlerde çok uslu değil mi?
_ Evet anneciğim, gerçekten de çok uslu.
_ Nasıl oldu bu? Oysa Jesse çok yaramaz bir kız.
_ Anneciğim yap dediğim hiçbir şeyi yapmadı.Yapma dediğim herşeyi yaptı.
_ Tatlım beim. Buna ters psikoloji deniyor.
_ O ne anneciğim?
_ Dediğin yap yapma olayı.

Böylece bu sorunları da çözmüş olduk. Ve Jesse' ye yaptıklarının yanlış olduğunu anlattık.

27 Kasım 2012 Salı

BAŞIMA GELENLERE BAK!

Çok heyecanlıydım. O gün  Türkiye ' yi gezecektik. Babam arabayı açar açmaz içine atladım. Şoför koltuğunun arkası benimdi. Abim bu işe pek bir bozulmuştu. Şoför koltuğunun arkasını o kapmak istiyordu. Bana kötü kötü bakmaya başladı. Omuz silktim. Geçen sefer o oturmuştu hem. Sıra bendeydi. Babam:

-Çocuklar ilk önce Peri Bacaları ' nı gezeceğiz.
-Sonra babacığım? Sonra nereyi gezeceğiz?
-Damla biraz yavaşla. Sonrası süpriz.

Abim sanki sonra nereye gideceğimizi biliyor gibi sırıtıyordu. Sinir olmuştum. Yani babam nereye gideceğimizi bana söylemiyor ama ona söylüyordu. Yanaştım. Belli ki ağzından laf alırım diye konuşmaya başladım:

-Peri Bacaları' ndan sonra nereyi gezeceğiz biliyor musun?
-Hayır.
-Öfff! Zaten senden de hiç hayır gelmez.

Demek abim de bilmiyordu. Ama kesin annem biliyordu. Tbii ki de biliyordu. Bilmese böyle durmaz, nereye gideceğimizi sorar dururdu. Ben bunları düşünürken yolu yarılamıştık bile. Abim sırıtıp duruyordu. Yok yok kesin biliyordu o. Bilmese o da benim gibi kafaya takar ve böyle sırıtmazdı. Belki bu sefer söyler diye bir daha denedim:

-Sen hiç mi merak etmiyorsun nereye gideceğimizi?
-Etmiyorum. Ben "acaba ne zaman eve döneriz" diye merak ediyorum.
-Ağzından bal damlıyor.
-Sus Damla!

Tamam. Anaşılmıştı. Abim beni sinir etmek için sırıtıyordu. İşte tam da bunları düşünmem için. Gelmiştik. Arabadan indik. Turistler oradaydı. Annemle babam hem gezip hem sohbet ediyorlardı. Ben az-çok İngilizce biliyordum. Bir kızla konuşmaya başladık. Bir ara kız bana " baban kaç yaşında " diye sordu. Ben heyecandan "hayır benim babam yok." dedim. Öyle bilmiş bir tavırla söyledim ki bunu, kız gülmeye başladı. Zaten buradaki gezimiz de bitmişti. Gene arabaya ilk ben bindim. Ama bu sefer heyecandan değil, utançtan. Babama sordum:

-Babacığımmmmm! Nereye gideceğiz şimdiiiiii? Hııııı?
-Damla sakin ol! Gidince göreceksiniz.
-Ya baba lütfen, bak meraktan öleceğim şimdi!

Abim oradan söze karıştı:

-Keşkeeeee! Ölsen de kurtulsak senden.
-Aaaaa! Deniz  olur mu öyle şey? Sakın duymayayım bir daha!
-Tamam baba!

Biraz yol aldıktan sonra şırıl şırıl dere akan , yemyeşil bir yere geldik. Burası çok güzeldi. Bir kamp alanıydı. Arabadan inecektim ki abim beni yakaladı. Arabaya geri soktu. Kapıyı da üstüme kilitledi. Hep benim önce inip bimemden sıkılmıştı. Haklıydı da. Ama daha büyük bir sorun vardı. Arabada kilitli kalmıştım. Annemler önceden inmiş bir ağacın altına oturmuşlardı. Abim de asla açmazdı kapıyı. Yürüdü gitti. Çok korktum. Ağamaya başladım. Ama bir on dakika sonra abim geldi. Gülüyordu. Kapıyı açtı. Ben çok korkmuş, hem sinirli hem de ağlayan bir suratla dışarıya fırladım. Biraz koştuktan sonra yorulup kendimi çimenlere bıraktım. Abim beni kucaklayıp annemle babmın yanına götürdü. Annemle babam abime biraz kızdıktan sonra gülmeye başladılar. Çünkü suratımın her yanına sümük bulaşmıştı. Derede yüzümü yıkadım. Abimin özür dilemeye hiç niyeti yoktu. Ama beklenmedik bir hareketle özür diledi. Ben de affettim. Böylece oraya kampımızı kurup eğlendik.

22 Eylül 2012 Cumartesi

KAYIP CÜZDAN

Sena koşarak okul otobüsüne bindi. Boş olan koltuğa oturdu. Ama sırtına bişey değiyordu. Dönüp arkasına bakınca bir cüzdan gördü. '' Herhalde sabahçılardan biri düşürdü'' diye düşündü. Servis şöförüne söyledi. servis şöförü:
- Al senin olsun. Bulamam onun sahibini zaten işim başımdan aşkın...
Sena eve geldi. Koşarak annesini yanına gitti:
- Anneeeeee! Anneeee bi cüzdan buldum.
- Nerde buldun bakiyim o cüzdanı
-Serviste buldum anne
- Servis şöförüne söyleseydin
-Söyledim '' al senin olsun '' dedi,
- Ne kadar var içinde
-Saymadım
-Saysana o zaman
- 300 tl var anne
- Yarın biraz erken kalk okula erken gidelim bu cüzdanı müdüre ver bu cüzdanın içinde çok para var ve bi öğrenci düşürmüş, ama bi öğrencide bu kadar para ne ararki hem de okulda...
- Tiyatro vardı anne ondan olabilir
Ertesi gün Sena saat 9.30 da kalkıp cüzdanı müdüre verdi. Müdür onu tebrik etti. Sena çok iyibir iş yaptığını anladı. Hep dürüst olmaya karar verdi.

20 Eylül 2012 Perşembe


PASTEL BOYALAR

Selin uyandı. Perdelerini araladı. Esnedi. Kalktı. Yatağına kötü bir bakış fırlattı. Sanki "aman bugün de seni toplamayıvereyim" der gibiydi.

Annesi geldi ve şöyle dedi:

-Hayatııııım, bak anneannen sana ne göndermiş!

Selin çok heyecanlandı. Çünkü anneannesi çok güzel hediyeler gönderirdi. Bir keresinde oyuncak mutfak seti göndermişti. Bir keresinde ise oyuncak bebek ve kıyafetlerini göndermişti. Doğum gününde ise ona prenses kıyafeti göndermişti. Selin o kadar çok sevmişti ki o kıyafeti! Pembe, üzerinde simler ve güller vardı. Babetleri de vardı. Pembe babetler...

Acaba bu sefer ne göndermişti? Bir kıyafet mi? Başka bir mutfak seti mi? Yoksa kendini paketin içine koyup ona mı yollamıştı? 

Hemen gidip paketi açtı. İçinden bir not ve pastel boyalar çıktı. "Pööh, pastel boya!" Hiç hevesi kalmamıştı.

Annesi:

-Selin çok ayıp! Bak bir not var al, oku.

Aldı. Sesli okumaya başladı:

-Sevgili Torunum Selin,
Güzelim şimdi kesin "off be anneanne bunu mu gönderiyorsun bana?" diyorsundur. Ama boyalar sihirli. Boyayınca boyaların canlandığını göreceksin. Ama unutma, yalnız olmalısın! İlk denemende boyalarla yaptığın resim canlanmazsa korkma. İkincisinde canlanır. Sana mutluluk diliyorum. Annenannen...

Selin hemen koşup resmi yapmaya başladı. Annesi "pöh canlanıyormuş!" dedi. O ise resmini bitirmiş, dikkatle resme bakıyordu. Annesi gitti. Bir baktı ki tavşanı kağıdın üzerinde pıttık pıttık dans ediyor. O anda resim yapma tutkusu başladı.

Selin şimdi on sekiz yaşında. Tavşanın gerçekten dans etmediğni, nottan etkilenerek tavşanın dans ettiğini sandığını anlaması onun tam on yılını almıştı.

DENİZİN ALTINDA BİR GECE

Yüzüyordum. Bunu başarırsam bir rekor kıracaktım. Denizin altında bir gece geçirmeliydim. Ama bunu nasıl yapacaktım? Vakit geçmek bilmedi bir türlü. Ben de sayı saymaya başladım. Say, say, say... 1200'de durdum. Biraz korkuyordum. Yüzdüm, yüzdüm. Gördüğüm balıkları dürtüklemeyi denedim. Ama bir süre sonra bu da sıktı. "Ne yapsam?" diye düşünürken zor nefes aldığımı hissediyordum. Ne yaparsam yapayım zor nefes alıyordum.

Oliver bana:

-Merak etme sana tam on saat yetecek hava koydum, demişti.

Ben de sizler gibi, anlamasam da:

-Tamam, dedim.

Bana on saat hava verdiğini söylese de ben zor nefes alıyordum. Psikolojikti. Tam sekiz saattir suyun altındaydım. Hiç uyumamıştım. Uykumun geldiğini de söyleyemezdim. Son iki saatim geçmek bilmedi. Sonunda yukarıdan üç kere, yüksek sesle çalınan çan sesini duydum. Yüzerek yüzeye çıktım.

Oliver bana:

-Aferin Jack, aferin aslanım! İşte, denizin altında bir gece geçirdin, dedi.

Gün doğmuştu. Bense çok heyecanlıydım. Ve şimdi gururla söylüyorum "ben Jack Pickerson..."